Ali Türkan ölüvermiş

Hani baştacı yaptığımız yazarlar, sanatçılar, düşünürler vardır ya; yaşarken ışıltılarıyla insanları büyülerler, öldükten yıllar sonra da kıymetlerinden bir şey kaybetmezler. Bazen düşünürüm; bu insanlarda olan şey nedir ki derim, bizim gibi sıradan insanları böyle etkileyebiliyorlar, nasıl oluyor da pusulamız her fırsatta onlara doğru dönüyor . Niye bizler bu çekim gücünden yoksunuz da, o insanlara bu pırıltı bahşedilmiş? Güçlü bir belleğe sahip olup, çok okuyup, kelimeleri yan yana dizmeyi çok iyi bildikleri için mi? Eğer öyleyse, biz de çok okusak, edebiyat sanatının tüm inceliklerini hatmetsek, kelime canbazlığında ustalaşsak, olabilir miyiz onlar gibi? Çok gezdikleri, çok insanla tanıştıkları için mi? Yoksa yokluk içinde geçirdikleri çileli hayatları mı yakıtları olmuştur kalemlerinden dökülen incilerin? Eğer öyleyse biz de varımızı yoğumuzu dağıtsak köşe bucak dolaşsak acaba bulabilirmiyimiz aynı ilham perilerini bir yerlerde? Hangi yolu, hangi metodu takip etmişler, hangi dağlara çıkmışlar, hangi okulları, hangi derecelerle bitirmiştir bu adamlar? Ki, biz de aynı yollardan geçelim nasibimizi alalım. Ne tür müzik dinlemişler, hangi sergileri gezmişler, ne yemiş ne içmişler, nelere isyan etmişler, kimleri bağırlarına basmışlar, ne tür insanlarla arkadaşlık etmişlerdir? Bilelim ki biz de aynı rotayı tutalım aynı meyvaları toplayalım.

Hepsi boş tabii. Onlarda olup bizde olmayan şey bunlardan hiçbiri değil. Hatta tam tersi, belki bizde bulunan bir şey onlarda bulunmadığı için onlar farklı bizlerden. Bizi hantallaştıran, onlara göre donuk tatsız hale getiren şey sırtımızda taşıdığımız koca bir yük aslında. Bu yükün içinde hayattan tüm öğrendiklerimiz, bizi yaralayan, haz veren anılarımız, tehlikeri savuşturma tekniklerimiz, korkularımız, sosyal kimliğimiz, yüce değerlerimiz, nefret ettiklerimiz var. Tamamen geçmişle dolu bu yükün içine artık nadiren bir şey girip çıkıyor. Ve biz, her kararımızda, her hareketimizde geçmişteyiz, artık mevcut olmayan, bitmiş olan, ölmüş olandayız. Zihnimiz geçmiş tecrübelerin kapanına kısılmış, kendini hapsetmiş. O artık özgür değil, özgür olmadığı için dünyanın en pahallı okullarını bitirse, en keskin ustalardan sanatın tüm inceliklerini öğrense, dünyayı gezse, en yüksek dağlara tırmansa, çivi üzerinde meditasyon da yapsa, her zaman tatsız, tutsuz, güdük.

Hayat hakkında takıntılarımızın, korkularımızın, teknik tabiriyle koşullanmış zihnimizin oluşturduğu o habis yüke neşter atabilenler çektikleri bir çok sıkıntının yanında korkulardan azade, yeni, özgür, sevgi dolu ve özgün bir dünyada buluyorlar kendilerini. İşte o zaman şiir, roman da yazsalar, resim de yapsalar, şoförlük de yapsalar, dağda koyun da otlatsalar, dans da etseler her insanın içinde zaten mevcut olan o evrensel sevgi ve özgürlük duygusunu titreştiriyor ve bir mıknatıs gibi tüm benzerlerini kendilerine çekiyorlar.

İşte önce toplumun sırtımıza yıllarca yavaş yavaş yüklediği sonra kendi kendimize sağlamlaştırdığımız o urdan kurtulmak hiç kolay değil, çünkü hiçbir arkadaş, hiçbir okul, hiçbir kitap, hiçbir şair, hiçbir formül yardım edemiyor bize. Diğer taraftan belki bir o kadar da kolay, çünkü hiç kimseye, hiç bir araca itiyaç duymadan, sadece tek başımıza kalarak, kendimizi cessurca ve acımasızca izleyip ,kendimizle buluşabileceğimiz kadar elimizin altında, burnumuzun dibinde. Öyle bir ilahi adelet ki, hiç kimseye bir diğerinden daha uzak değil. O bazen yaşlı bir köylünün gülen yüzünde, bazen ise usta bir yazarın satırlarında sıcaklığıyla ısıtıyor yüreğimizi.

Onlardan biri, Derkenarın usta yazarı Ali Türkan aniden ölüvermiş, ordan aklıma geldi bunlar.